KUDÜS VE FİLİSTİN ÜZERİNE

Röportaj: Nurmehmet ÇARBOĞA

Vavelif Dergisi: Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda kaybetmiş gösterilmesi ve geri çekilmesi ile beraber Filistin bölgesinin İngiltere himayesine girmesi söz konusu olmuştur. Bu süreç ile beraber Filistin topraklarında Siyonizm’in varlık gösterdiğine şahit olmaktayız. Bu anlamda Osmanlı sonrası Filis tin’in durumunu genel olarak anlatmak istersek, neler diyebiliriz?
Bülent Deniz: Osmanlı Devleti’nin zevale uğraması ile birçok yer gibi Filistin topraklarını da terk etmek zorunda kalmışız. Bu tarih 9 Aralık 1917’dir. Şu an biz bu sürecin 99. yılındayız. Bu senenin 9 Aralık’ında 99. yıl dönümüne gireceğiz. Çok garip bir tevafuktur; aynı ayın içinde yani 30 Aralık 1516 tarihinde Kudüs, Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmiştir. Yavuz 30 Aralık 1516 tarihinde Kudüs’e girmiştir. Bu yıl, 30 Aralık 2016 tarihi Kudüs’ü fethedişimizin 500. Yıl dönümüdür. Bu vesile ile tüm yetkililere Kudüs Fethinin 500. yılı olduğunu hatırlatıyorum. Bu yıl içerisinde fethinin 100. yılını kutladığımız Kûtu’l Amâre vardı. Kûtu’l Amâre’yi bize nasıl unuttur duysalar, Kudüs’ün fethini de unutturdular.
1917’de Filistin’in İngilizlere bırakılması süre cine nasıl gelindi? Bunu iyi analiz etmemiz la zım. Bu sürece nasıl gelindi? Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının nedeni ve merkezinde de Filistin Meselesi vardır. Bu da önemli bir durumdur. Filis tin’in İngilizlere bırakılmasında ki süreci resmî ta rihten anlayamazsınız! Bu bölgede 4. 7. ve 8. Ko lordular var. Bu orduların başında hangi paşalar vardı? Bunların araştırılması gereklidir. Bâbıâli’nin bilgisi ve izni olmadan Türk Ordusu’nun Nablus’a kadar geri çekilmesi ve arkasında beş bin top ve elli bin Mehmetçiğin esir bırakılması ha zindir! Bu tarihi gerçekleri görmemiz ve bunları araştırmamız gerektiğinin altını kalın bir çizgi ile çiziyorum. Çanakkale’de tokadı yiyen İngilizler, Fransızlarla birlikte 25 26 Mart 1916 yılında Mısır üzerinden gelerek Gazze’ye saldırdı. Birinci Gaz ze Muharebeleri bu tarihtedir. Sonra 19 Nisan’da İkinci Gazze Muharebeleri olmuştur. 31 Ekim’de ise Üçüncü Gazze Muharebeleri yaşanmıştır. Bu tarihleri not almalıyız; çünkü bu sene Birinci, İkinci ve Üçüncü Gazze Muharebelerinin 100. yıl dönümüdür. Tarih bize şunu gösterir ki Mısır dü şerse Gazze, Gazze düşerse Kudüs düşer. Çünkü biz Yavuz ile birlikte Kudüs’e yürüdüğümüzde, önce Mısır’ı sonra Gazze’yi almıştık ve oradan
Kudüs ü Şerif’e yürümüştük. Yavuz Sultan Selim Han o tarihte, Çaldıran, Ridaniye ve Mercidabık seferleriyle Kudüs’e yürümüştür. Tarihi süreç içerisinde bu zülüm daim olmayacak yani ebedî devam etmeyecek; çünkü temel prensiptir, kü für varlığını sürdürebilir ama zülüm asla payidar olamaz.
Osmanlı Devleti, İngiliz Manda yönetimine 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs topraklarını teslim et mek zorunda bırakıldı. Çok ilginçtir; İngiliz Ordu su kumandanı Edmund Henry Hynman Allenby Kudüs’ü kuşattığında, 31 Ekim’de Gazze’yi geçip kırk gün sonra Kudüs’e geldiğinde ilk olarak Hı ristiyanlar için adeta Kâbeleri sayılan Kutsal Kabir Kilisesi’ni bombaladılar. Hıristiyanlara göre; Hz. İsa (a.s.) burada çarmıha gerilmiş, burada tene şirde yıkanmış, burada defnedilmiş ve buradan göklere yükselmiştir. Aynı İngilizler uçaklardan küçük küçük el ilanları atarak Osmanlı Devle ti’nin Kudüs karargâhına seslendiler. Dediler ki:
“Kıyamet Kilisesi’ni vurduğumuz gibi Mescid i Aksa’yı ve Kubbetü’s Sahra’yı da bombalarız.”
Osmanlı Devleti bu tehdidi aldığında; bu çıl gınların, bu izansızların kendi kutsallarına bile saygıları yok ve dediklerini yaparlar endişesi ve kaygısıyla kadim emanetlere zarar verilmemişini de düşünerek Kudüs’ü terk etmek zorunda kal dık. Bu arada Osmanlı Devleti’nin bu toprakları koruma gücü de zaten kalmamıştı. Şimdi İngi liz Manda Yönetimi dönemi çok daha iyi araş tırılmalı. Özellikle bu dönemde bölgede faaliyet gösteren Yahudilerden oluşturulan terör ör gütleri araştırılmalı; çünkü bu terör örgütlerinin mensupları İsrail Devleti’nin kurucularıdır. Bu terör örgütlerinin İngiliz mandası himayesinde bölgede palazlandıkları görülmektedir. Bunun la beraber bunların terör estirmelerini İngilizler bahane ederek, 1946’da dediler ki; biz bölgeyi kontrol edemiyoruz. Bölgedeki farklı dinî gruplar birbirleriyle savaşıyor. Bunları öne sürerek;
Bâbıâli’nin bilgisi ve izni olmadan Türk Ordusu’nun Nablus’a kadar geri çekil mesi ve arkasında beş bin top ve elli bin Mehmetçiğin esir bırakılması hazindir! Bu tarihi gerçekleri görmemiz ve bunları araştırmamız gerektiğinin altını kalın bir çizgi ile çiziyorum.
1946’da Filistin’i Birleşmiş Milletlere bıraktılar. Filistin, 1946’da Birleşmiş Milletlere devredilince; Hz. Davud’dan (a.s.) sonra ilk defa Yahudiler bir devlet kurdular. Bu devlet, Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanmış oldu. 1948 yılından gü nümüze gelinen nokta ise halen devam etmekte ve hepimizce süreç yakından görülmektedir.
Vavelif Dergisi: Bugün Gazze ve Batı Şeria bölgelerini ayrı ayrı değerlendirmek istersek, neler diyebiliriz? Bu bölgelerde Müslümanların durumu ve tutumu hakkında neler söylenebilir?
Bülent Deniz: Filistin’in en temel sorunu direniş ruhu ve direniş mantalitesinin istendiği gibi olmamasıdır. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ilk kuruluşu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi adıyladır. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin kurucusu kim dir? Yunan asıllı Ortodoks George Habaş’tır. Ken disi bir Hıristiyan’dır. İsrail işgaline karşı örgütü kuran bu adamdır. O tarihlerde direniş, merkezi bir düzenle yürümüyor, sistematik bir yapı yok. Kuva yı Milliye ruhu yok! Bunun olmaması için Emperyalistlerin gayretini unutmamak gerekir!
Hamas’ın kurulması 1983’tür. Düşünün İslamî tandanslı bir hareket ancak 1983 yılında ortaya
çıkıyor ve çok zor şartlarda varoluş mücadelesi veriyor! Kur’an ve Sünnet merkezli bir hareket ile Arap Milliyetçiliği Sosyalist Seküler eğilimin de olan bir hareket arasında büyük bir fark var. Yani hareketlerden biri inanç merkezli bir şekilde devam ederken; diğeri kim varsa, hangi düşün cedense bir araya gelelim mantığında olan bir harekettir. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün çarpık ve düzensiz hareket etme mantığından dolayıdır ki; süreç bu hale gelmiştir ve bundan en çok da İs rail fayda görmüştür.
Batı Şeria, Şeria Nehri’nin Filistin toprakları kısmıdır. Batısı Filistin, doğusu ise Ürdün’dür. 1967 Arap İsrail Savaşı’nda Kudüs’ü İsrail işgal edince; Kudüs haricinde kalan diğer yerlere Batı Şeria denmiştir. Hâlbuki Batı Şeria Kudüs’ün de içinde olduğu ve Şeria Nehri’nin batısında kalan tüm alanı içine almaktadır. 2004 yılında yapılan se çimde Hamas kazanınca İsrail ve malum dünya bu seçimi kabul etmedi. Demokrasi, insan hak ları, medeniyet, halkın iradesinin sözde hamileri çark etti! Batı zihniyeti bir kez daha ikiyüzlülüğü nü gösterdi. 2004 seçimlerini Hamas kazanın ca, FKÖ’nün ‘’kukla’’ liderlerinden Muhammed Dahlan, Hamas’a karşı İsrail ile işbirliği yaptı ve operasyonla Hamas’ı bertaraf etmek istediler. Dahlan, İsrail ile işbirliği yapmaktaydı. Dahlan’ın bu operasyonuyla Hamas ile FKÖ taraftarları bir birleriyle çatışmaya girdiler. Filistinliler bu süreç te kendi aralarında iç savaşa gireceklerdi; ancak Türkiye’nin müdahalesi ile bu engellendi. Bu seçim ve operasyon sürecinden sonra Hamas Gazze’ye hapsedildi. Filistinlilerin yoğun olduk ları diğer bölgelerde ise; sözde özerk bölge ola rak FKÖ’nün elinde kaldı. Gazze dışındaki Filistin özerk bölgelerin hepsi FKÖ’nün elindedir; ancak tüm ipler İsrail’in elinde ve kontrolündedir. Dikkat etmek gerekir; Dahlan Türkiye’deki 15 Temmuz Darbe girişiminin aktörlerindendir. Birleşik Arap
Emirliklerinin NATO’cular eliyle bu zata para des teğinde bulundukları ve bu süreçte hain Dah lan’ın aktif rol oynadığı iddiaları es geçilmesin!
Şunu da söylemeliyim; Gazzeliler, Fatih ilçesi kadar olan bir bölgede yaşamaktadırlar. Gazzeli lerin bir sözü vardır. Derler ki: “Biz açık hava ha pishanesinde yaşayan ve her an bombalanmayı bekleyen Müslümanlarız; ama Filistin’in diğer topraklarındaki Müslümanlardan daha özgürüz. Çünkü İsrail içimize doğrudan müdahale yapa mıyor; ancak yukarıdan bombalıyor.”
Vavelif Dergisi: Batı Şeria’da bulunan ve FKÖ’nün kontrolünde olan el Halil şehrinden de biraz bahsetmemiz gerekirse, neler diyebi liriz?
Bülent Deniz: El Halil unuttuğumuz bir di yardır. Rasûlullah (s.a.v.); yeryüzünde üç mesci de ibadet maksadıyla seyahate çıkılabileceğini söylüyor. Bunlar; Kâbe, Mescid i Nebevi ve Mes cid i Aksa’dır. Peki, bizim dördüncü değerimiz neresidir? Bu konuda farklı farklı görüşler vardır. İskenderiye, Kahire, İstanbul, Şam, Bağdat diyen ler olmuştur; ancak bunların hiçbiri değildir. Bi zim dördüncü kutsal mekânımız el Halil şehridir ve dördüncü kutsal mescidimiz burada buluna el Halil Cami i Şerifi’dir. Hz. İbrahim’in (a.s.) kendi elleriyle kurduğu ve makamının bulunduğu yer bu camidir. Kendisi de bu şehirde yaşamıştır. İb rahim (a.s.); Tevhid davasının öncüsüdür. O’nun iki oğlu vardır. Biri Hz. İsmail (a.s.) ve diğeri Hz. İshak’tır (a.s.). İsmail (a.s.) soyundan Hz. Muham med (s.a.v.) ve onun takipçileri gelmektedir. Hz. İshak’tan (a.s.) ise Yakub (a.s.) başta olmak üzere Ben i İsrail ekolü gelmiştir. Zaten İsrail ismi Ya kub’un (a.s.) ismidir. Yani İsrail ne demek bunu da iyi bilmek gerekir. İsrail; Allah’a (c.c.) yürüyen ve Allah (c.c.) ile yürüyen demektir. Bugün peygamber kanından ve soyundan gelen İsrailoğul ları; peygamberlerin izinden ve yolundan gitme dikleri için sapmışlardır.
El Halil şehri işgalden sonrada 1994 yılına kadar Filistinlilerin kontrolü altında idi. Bu arada şunu izahta fayda var. FKÖ’nün tabanı ile Ha mas’ın tabanı aynıdır. Yani tabanına bakarsanız FKÖ de milli bir harekettir! Dikkat! Tabanı kastet mekteyim! Yalnız bu örgütte köşe başlarını tutan ve önemli yerlerini ele geçirenlerin kim olduğu na bakmak gereklidir. Şimdi biz 15 Temmuz’da bir süreç yaşadık. Ordudaki Mehmetçikler bizim çocuklarımız; lakin ordunun köşe başlarını ve önemli yerlerini bazı hainler ele geçirmişti. İşte FKÖ’de de aynı sorunlar söz konusudur. Bu ör gütün/hareketin en önemli köşe başları hainler ce ele geçirilmiş durumdadır. Yani FKÖ’de milli bir harekettir ve bizimdir. Yani Filistinlileri temsil eder. Mahmud Abbas da hasbelkader bu hare ketin içindedir! Muhammed Dahlan gibi hainler ve İsrail işbirlikçileri ise tabii ki var! Bu o bölge deki her kurum için geçerli! Mahmud Abbas’tan sonra FKÖ’nün başına Muhammed Dahlan’ın gelecek olması gibi iddialar büyük bir tehlikedir! Filistin davası için Dahlan gibi adamlar sonun başlangıcıdır!
Biz açık hava hapishanesin de yaşayan ve her an bom balanmayı bekleyen Müs lümanlarız; ama Filistin’in diğer topraklarındaki Müs lümanlardan daha özgürüz. Çünkü İsrail içimize doğru dan müdahale yapamıyor; ancak yukarıdan bombalı yor.
25 Şubat 1994 tarihine kadar el Halil bizim kontrolümüzdeydi. Bu tarihte Baruch Golds tien adlı fanatik bir Siyonist sabah namazını kı lan el Halil Camii cemaatine yaylım ateşi açtı. Bu saldırıda onlarca şehit ve yüzlerce yaralımız oldu. Bu olayı planlayan İsrail, olayı büyük bir fırsata çevirdi. Filistin Yönetimi’nin bu camiyi koruyamadığını öne süren İsrail, buranın kont rolünü kendilerinin savunacağını ilan etti. Bu ca mide; Hz. İbrahim (a.s.) ve eşi Hz. Sare, Hz. İshak (a.s.) ve eşi Hz. Refika, Hz. Yakub (a.s.) ve eşi Hz. Lea’nın kabirleri yer almaktadır. Sadece bu kadar değil daha nice peygamberin makamı buradadır. Orası atabeyler mağarasıdır! Buralar Müslüman lar için çok önemli ve değerli yerlerdir. Bundan dolayı el Halil Müslümanların dördüncü kutsal şehridir ve hakkettiği yeri almalıdır!
Vavelif Dergisi: Filistin’de, İsrail işgalcile rinin olduğu bu bölgede öğrenci olmak ne demektir. Burada eğitim görmenin zorlukları hakkında neler diyebiliriz?
Bülent Deniz: Öncelikle Gazze’deki Müs lüman gençlerin yurt dışına eğitim almak için çıkmaları çok zor. Hatta onların yurt dışı eğiti mi, zalim Sisi’nin merhametine kalmış durumda. Allah kendisinden razı olsun şimdi Mısır zindan larından olan Muhammed Mursi döneminde Gazze’den çıkılması kolaydı. Gençler eğitim için yurt dışına çıkabiliyorlardı ama şimdi Sisi buna izin vermiyor.
Filistin’in genelini konuşmak gerekirse; bıra kın öğrenciliği, orada insanca yaşamak çok zor. Hayat orada çok zor, vergiler çok ağır, iş yok, fab rika yok, sanayi yok. Buradaki Müslümanlara na sıl geçiniyorsunuz diye sorduğumuzda verdikleri cevap çok önemli. Bize Allah’ın (c.c.) şu vaadi ni hatırlatıyorlar: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid i Haram’dan çevresini bereket lendirdiğimiz Mescid i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Allah (c.c.); ‘çevresini mübarek
ve bereketli kıldık’ diyor ya. İşte Rabb’imizin va adini ve bereketini biz her anlamda görüyoruz, diyorlar. Bu vaatten dolayı nöbet bölgesi olan Fi listin terk edilmiyor. Burada öğrenci olmanın da büyük zorlukları var. Araştırdığınızda son yıllarda Filistin’de öldürülen öğrenci sayısının ne kadar fazla olduğunu göreceksiniz. Tutuklanan 18 yaş altı genç sayısı çok yüksek! Filistin’de öğrencile rin okullarına gitmeleri başlı başına bir dert ve zorluktur. Evine 100 metre mesafedeki okuluna girmek isteyen Filistinli bir öğrenci; İsrail’in ör müş olduğu utanç duvarı yüzünden kilomet relerce bir yol gitmek zorunda kalabiliyor. Bu durum, çalışan Filistinli işçiler için de geçerlidir. Ayrıca İsrail’in izni ve kontrolü dâhilinde bu yol ları kat etmek gerekiyor. Bu arada İsrail Devleti, Müslümanların hayatını engelleyebildiği kadar engelliyor ve onların hayatını zorlaştırmak için elinden geleni yapıyor.
İsrail’in yıldırma ve bıktırma taktiği her alanda devam ediyor. Mesela ülkeye giriş ve çıkışlarda zorluklar çıkarıyor. Keyfi uygulamalara şahit olu nuyor! Ancak şunu bilmelidirler; şartlar ne kadar zor da olsa biz Filistin’den vazgeçmeyeceğiz. Çünkü Filistin bizim evimizdir. Selâhaddîn Yusuf Eyyûbî’nin uykusuz gecelerinin rüyası, Abdul hamid’in uğruna tahtını feda ettiği davasıdır. Hz. İsa’nın (a.s.) beşiğidir. Hz. Yakub’un (a.s.) gözyaşı dır. Yusuf’un (a.s.) kokusudur! Bizi bu topraklar dan kimse ayıramaz! Bu mümkün değil.
Vavelif Dergisi: Arap Baharı süreci ile bera ber İsrail’in tutumu ve bu süreçten yararlan ma gayretleri hakkında neler diyebiliriz?
Bülent Deniz: Siyonist İsrail rejimi her hal ve şartı kendi lehine çevirmenin derdinde ve bunun hesabını yapmaktadır. Arap Baharı’nda Siyonist lerin etkisini görmemek mümkün değildir!
Allah (c.c.); ‘çevresini mü barek ve bereketli kıldık’ diyor ya. İşte Rabb’imizin vaadini ve bereketini biz her anlamda görüyoruz, diyorlar. Bu vaatten dolayı nöbet bölgesi olan Filistin terk edilmiyor.
Şimdi bugünkü Arap Baharı’ndan önce Os manlı’nın yıkılmasına sebep olan ‘’Arap Baharı/Balkan Baharı/Kafkas Baharı’na’ bakmak lazım. Aslında onun temellerini atan yine dünya Si yonizm’idir. 1789 Fransız İhtilali ile başlayan ırk temelli/ulus devlet söylemleri ve Osmanlı Dev leti tebaası olan halkların ayaklanmaları için ilk örnektir. O gün, Osmanlı’ya karşı ayaklanma ne içinse, bugünkü Arap Baharı’da da Emperyalistler için hedef aynı şeylerdir. Çünkü Osmanlı’nın son dönemlerinde ki değişim rüzgârlarında Batı şöy le sesleniyordu: “Ey Arap halkı, siz Peygamber soyundan geliyorsunuz, siz önemli bir topluluk sunuz ve bu öneme rağmen neden Osmanlı te baası olarak yaşıyorsunuz. Kendi bağımsızlığınızı ve özgürlüğünüzü ilan etmelisiniz, kendi top raklarınızda kendi devletinizde, kendi idarenizde yaşamalısınız.” O gün biz ve Arap kardeşlerimiz neyi kaybettiysek, bu gün de aynı şeyleri kay bediyoruz. Bağımsızlık, demokrasi, insan hakları, halkın kendi kendisini yönetme irade ve idaresi gelecekmiş gibi gösterilen Arap Baharı aslında Batılıların bir planıdır. Batılıların Arap Baharı adı na kurdukları planlar; Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da bozuldu. Yani İhvan gibi İslamî eğilimli hareket ler iktidarlara gelince Arap Baharı Batı’nın istediği şekilden çıkmış oldu. Suriye’de de aynı şekilde Müslümanların iktidarı ele geçireceğini düşünen Batılılar oynadıkları oyunu bozmak zorunda kal
dılar. Bizim Arap Baharı sürecinde yürüttüğümüz politikamız aslında çok doğru bir politikaydı ama bu oyunun kurucuları tarafından oyunumuz fark edilince oyun bozuldu. Bunun ardında Su riye’ye yapılan müdahale ve ardından da Mısır ve Libya’ya müdahale edilmesi ve buraların ifsat edilmesi şeklinde devam eden bir sürece girildi. Asıl şimdiki hedefleri de asıl merkez yani Ana dolu’dur! Hep hedef olan Anadolu! 15 Temmuz kalkışması da bunun en görünen yanıdır.
FETÖ terör örgütü nasıl Türkiye’nin paralel ör gütüyse, Siyonist İsrail’de dünyanın paralel örgü tüdür. İkisinin de çıkış noktaları ve uygulamaları aynıdır. Dinî kavramlar, ezoterik yaklaşımlar, rü yalar, peygamberleri görmeler… Pensilvanya’daki ihtiyar bunak nasıl bu tezleri ortaya koyuyorsa; Siyonist İsrail içindeki Kabalizm taraftarları da Ya hudileri bu şekilde manipüle etmektedirler. On ların Mesih/Meşiyah planı ile FETÖ’cülerin Mehdi veya kâinat imamı planı da uyuşmaktadır. Siyo nistler Mesih/Meşiyah planı ile Tanrı’yı Kıyamet’e zorlama derdindeler. Kıyamet’in kopması için de Mesih/Meşiyah’ın gelmesi gerekir. Mesih/Meşi yah’ın gelmesi için de bu coğrafyayı kan gölüne çevirme planları yaptılar ve bunu uygulamakta dırlar. Ancak Allah’ın (c.c.) yardımı ve Müslüman ların iradesiyle bu oyun bozulacaktır inşaallah.
Vavelif Dergisi: Türkiye’deki Müslümanla rın Filistin ve Filistinli kardeşleri için neler ya pabilecekleri ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Bülent Deniz: Söz konusu Filistin davası olunca ve bu dava için neler yapmamız gerek tiği üzerine düşündüğümde Tevrat’tan bir yanıt aklıma gelmekte. Bugün ki tahrif edilmiş Tev rat’ta şöyle yazar: “Ey Kudüs seni unutursam kal bim kurusun, sağ elim hünerini kaybetsin.” Aslı tahrif olmuş olan Tevrat’taki bu cümle belki de
Tevrat’ın tahrif edilememiş cümlelerindendir. Bu cümlenin manasını Türkiyeli Müslümanlar hiç unutmadılar. Bugün Anadolu’nun herhangi bir köyüne gidin. Bir evin kapısını çalın. Size kapıyı açan, yaşlı teyzeye: “Kâbe nedir, Mescid i Nebevî nedir?” gibi sorular sorun. Teyzenin gözleri do lar. Teyzeciğim: “Mescid i Aksa neresidir, Kudüs nerdedir?” diye sorun. Göreceksiniz ki; gözleri dolan teyze ağlamaya başlamıştır. Bizim Mes cid i Aksa, Kudüs ve Filistin sevgimiz Üveysî bir sevgidir. Yani oraları Veysel Karanî gibi görme den sevdik ve severiz. Oraları görmeden uğru na mücadele eder ve gerekirse canımızı veririz. Mavi Marmara’ya katılan Furkan kardeşimiz Ku düs’ü, Filistin’i veya Mescid i Aksa’yı görmeden canını oralar için feda etti. Diğer şehitlerimiz de öyle… ‘Yürü ayağına bir Kudüs gelsin’, ‘Ben Ku düs’ü bir kol saati gibi taşırım’, ‘Mescid i Aksa’yı gördüm düşümde, bir çocuk gibiydi ve ağlıyor du’ gibi motivasyon içerikli harika sözler o günlerde ve zor şartlarda Kudüs davasını gündemde tutmak için söylenmiş sözler, yazılmış şiirlerdi. O zamanlar Kudüs’e gitmek çok ama çok zordu. Bugün artık rüyamızda Kudüs’ü, Mescid i Aksa’yı görmeyi bırakacağız. Romantizmi terk edeceğiz! Realiteye geleceğiz! Aksa davası uğrunda sürekli hareket halinde olacağız. Hiçbir şey yapamıyor sak Mescid i Aksa’ya gideceğiz! Kudüs Umre’si yapacağız! Filistinli kardeşlerimizle kucaklaşaca ğız ve Filistinli bir çocuğun başını okşayacağız, Twitterde/Facebookta bir paylaşım yapacağız, bir şiir yazacağız Filistin davası için. Bizim Filis tin’e, el Halil’e, Kudüs’e, Beytülahim’e yaptığımı seferlerimiz İsrail’i çok rahatsız ediyor. Diyanet ve özel şirketler aracılığıyla Kudüs turları ve Kudüs üzeri umre turları yoğun ilgi görmeye başladı! Siyonistler; “Bu Türklerin ne işi var burada” di yorlar. Bizim bu seferleri arttırmamız lazım. İsrail oralara gitmememiz için engeller koyabilir. Hiç bir engel bizi yıldırmamalıdır. Kudüs, dünyada
en çok turist alan bölgelerden bir bölgedir! Yılda 4 milyon turist Kudüs’e gidiyor! Tüm dinlerden insanlar akın ediyorlar! Peki, İslam dünyasından yılda kaç kişi Kudüs’e gidiyor? 50 bin bile değil! Sadece Paskalya dönemlerinde Mısır’dan 300 bin Hristiyan Kudüs’e giderken biz Müslüman ların bu duyarsızlığı karşısında üzülmemek elde değil! Vakıflar kuralım, dernekler kuralım! Kudüs Davası’nı omuzlayalım! İsrâ Sûresi bizden şikâ yetçi olmasın, oralarda doğmuş büyümüş tebliğ vazifesi yapmış Nebiler darılmasın, Meryem an nemiz, Sare annemiz, Refika annemiz; “Bizi kim lere bıraktınız evlatlarım?” diye sormasın! Onları ve oraları sahipsiz bırakmayalım!
Kudüs ve Mescid i Aksa bizi bekliyor! Aksa surları dibinde kabirlerde yatan şüheda dedele rimiz bizi bekliyor!
Mescid i Aksa’yı ziyaret etmek bizim vazi femiz.
Mescid i Aksa’yı yalnız bırakmamak bizim görevimiz.
Mescid i Aksa için mücadele etmek bizim imanımızın gereğidir!
Orada bir zulüm var, o zulüm bitsin diye gay ret etmek ise bizim insanî/İslamî kulluk sorumlu luğumuzdur.
Mazlum Filistinli kardeşlerimize, vav gibi; zalime karşı; elif gibi dimdik olalım!
Ne demiştik?
“Ey Kudüs! Seni unutursam kalbim kuru sun.”